On Yedi Yıl

On Yedi Yıl

1.
umutsuz;

Bana inandığın gün, benim olduğun gün olsun
Bana inandığın gün, çıksın tüm nefretin içinden
Kine sarılan ahtapot bağları gibi çözülsün
sayılı günlerin acısı

sabırsızlık;

Peygamber sabrıma sabredemedi ciğerlerim
Artçı bir depremde enkaz altında kaldılar
Yardım eli geç uzandı memleketten
Aç kaldım, susuzluğa dayandım
Afyon tarlalarında bıraktım uykularımı
Kirli göletlerde, balıkların sevişme
hırçınlığını izledim deniz kızlarıyla...

çaresiz ;

Eski şarkılara sattım karalı gözlerini,
Elinin kansız soğukluğu sıcak etti ellerimi.
Mavi bulut göz hizama kadar inmiş
Yol alıp kendi başını gitmiş...
Tabelaları rüzgar çevirmiş ters yöne
Doğru bildiğimiz şehrin güneyine akmışız
On yedi yılın günahına banmışız ekmeğimizi
On yedi yılın bulanık suyunu içmişiz
Sevmişiz

acı gerçekler;

Telli duvaklı gelinin kanında saklıdır
korkulu gerdekte beklenen namus...
Belki kurdeleni beline
dolamadan yollar baban seni

hiçsiz ayrılık gerçekleri;

Eylülün karartmasında laleler yorgun
Senin için lalehanelerde sarı güllerin
arzularına katlandım
Dikenleriyle kelepçeledim mahkum bileklerimi
Mayın döşeli bahçelerde korku yetiştirdim

vicdan kalpten daha hızlı atar;

Akrostiş şehirler yaratmaya çalışırım zorlama bakışlarla,
yalanlar yeminler ederim sevdiğime dair
Lakin, hiç umut yok seni sevdiğime dair
Vicdanımın kalbinden dizeler türetiyorum
Allah kahretsin!
Gururumu evde unutmuşum
Efendilik tahtında kölelik yapmışım
Öpülecek dudaklarına sadece imrenme ve bulantıyla bakmışım
Öpülen dudaklarından, sözlerinin yarası gelmiş dilime,
kara toprağın lisanını öğretmiş
Kırıcı sözlerin karnımda ağrı yapar oldu
Yüreğimi kemirerek sinirlenebiliyorum sana
nefret ve aşk, boğazıma kadar doldu dön geriye
boşluğu reddediyor dizelerim

Ölüm amansız ve zamansız;

on sekizinci yılı göreceğimiz meçhul
on yedi yılın şiirleridir tek mirasım sana
ha bi de kalbimin ikinci çekmecesinde aşkım olacak
anılarımı sana verdim mazimle beraber
coşkulu bir seyahate çıkar onları
ziyaretime getir, çıkmaz sokakların görünmez loşluğuna
on sekizinci yılı görmek zor artık
on yedi yılın yalnızlığıdır hediyem sana...

yalancı ve aşık;

Tangoların hayali yorucuydu, terletti beni
Ağır geldi düşlerimde ki ihtiyar baston
Dönmenle hız kazanabilirdi duraklamış saat
İçimdeki zehri geçirebilirdim sana sevgiyle
Bilmediğin çok şey var ve bildiğin az şey
Yeminlerimin sahteliğinde saklıydı yalnızlığım
Halbuki, yalancı tövbelerime gömdüm sırlarımı
Tangoların hayali masumca değildi
Halbuki, tangolar masum değildi

Kararsızlık sürgünde;

Sana ben yazdım bu şiiri
ama kaderimize ilham yetmedi
Yorucuydu kanadı kırık martıların omzunda yükselmek,
Aşk kadar zordu sevmenin tanımı
Oysa ki;
Seni seviyorum demek, kelime-i şahadet gibi gönülden ve samimiydi.
Seni sevmek, Allah’a yalvarmak ibadet etmekti.
Oysa ki seni sevmek
Ağlamaktı senden habersiz
ıslanmaktı yağmurunda özlemsiz
Halbuki seni sevmek
Dönmesen de beklemekti ümitsiz
Ve ben
On yedi yıldır hep çaresiz
hep çaresiz

radikal gerçekliğin ürpertisi;

Sana ben yazdım bu şiiri
ama aşkımıza dünya yetmedi
On yedi yıl, paslı yaşamın
kavuşma ihtimalini kabul etmedi.
Metal bir iğde ağacının ıslaklığı kararttı yeşillerin temmuz hayranlığını
hapşıran kedinin kadına göz dikmesiyle başladı telaş
çöplüklerde mama arayan bebeğin,
anne sütünü bakir bir fahişeden
emmesiyle sonlandı...

Yalnızlık yalnızlıkla yalnızları oynar;

“Yalnızlık, gittiğim yoldan takip eder beni”
Anlamsız şiir gibi bakakalır suratıma
Ateist bir volkandır patlamaya hazır
Ama boş sürahiden su içmek kadar imkansızdır...
taş doğuran bir annenin canlı halidir
inanmadan yaşamak
Demir atmadan yolcu indirmeye benzer
gemilerde sabırsızlık
Kilisede namaz kılma ayıbındandır senle kavuşmamız
hasta bir trenin öksürüğündedir rayların sağlamlığı
Yalnızlık, bir sonraki durakta bekler beni
Tutuklu bir köle gibi kapanır ayaklarıma...

yalnızlık ki ne yalnızlık...

2.
Ve son;

Bana inanmadığın gün
sevabımı ölçmeyen tartının
hain serzenişi olsun
Bana inanılmadığı gün
cehennemde çektiğim azap olsun...

azap ki ne azap
aşk ki ne aşk…

Orhan Özekinci
22.09.2006 19.12