Tarih Komünist Ömür Zaman

Ay bir tümen arya dökerken kelepçeli ellerime
Güneşe yürüyordu işçiler
Terkedilmiş evlerde eşyalar üşüyordu
Bir tek ceketimi alıp çıkmıştım
Sürgün Donkişotlar ıtırlı elleriyle dokunuyorlardı ıslak caddelere
Duvar yazılarına
Ve akıp giden zamana
Utkular kazanmış utkucu
Gökyüzü bir pırtı gibi yırtılmış
Şarapların adıyla çağırmış sarhoşluğunu
Yüreği küle çeviren ateşin hükmüyle yenilmiş
Taş yürekli bir şiirin içinde felsefi bir acı takınıp
Yüzünü demiri eriten ateşe dönmüş
Yasını kırk kilitli bir giz gibi taşıyarak
Ay alışık sulara düşmüş ay
Kendini hançerlemiş Samuray
Gökyüzü yine gökyüzü
Yıldız yine yıldız kalmış
Issızlık büyümüş
Dağlar küçülmüş
Dar bir kafesteymişim de
Muştunun kamçısıyla çatlamış tohum
Yeşil ovaya inmiş
Tangocu kız eteklerini toplamış
Kıvılcım bir damla bengisu olmuş
Ellerimden akıp giderken mavi
Koşmaktan çatlamış bakır yürekler çok can eskimiş
Rüzgarımın üstüne estiği her gülün
Nar içi bir güzellik gelmiş üstüne
İşte yaşam
İçimdeki şair ve ressam
Köklerimden sürüklenmiştim
Gümüş yolculuklara çıktığım zaman
Gülüşlerim değmişti koltuklara resim sehpasına ve piyanoya
Kilitli kapıların acısıyla kaç yılım eskimişti
Kaç kez bölmüştü eylül sesimi
Makas değiştirmişti trenler GÜZELLİK(ler) gelmezdi
Tarihin içindeydim
Rüzgarım kitaplardan sürgün edilmiş bir komünistti
Buzul duvarların dibinde eskirdim
Binicisiz Asya atları geçerdi poyrazımdan
Gün boyu üşürdüm
Bir balığın bakışına takardım kayıklarımı
Yalnızlık yağarken deniz fenerlerine
Dağıtırdım yüreğimin toprağı saran sisini
Bulut tümenleri geçerdi beni acıtan şiirlerden
Ölüm solurdum
Ateşin ırmağında ölünmezdi
Ay kan gölüne düşerdi
En uzun geçerdi gece
Ateş hükmünde yenilirdim
Ama yenildiğimi kimse bilmezdi
Balkonlar karanfil sergisi olurdu
Serinliğini serperken yüzüme sokaklar
Tarih komünist
Ömür zaman
Aldanmazsak varız
Aldanırsak yok
Bir denizin üstünde ama bir sandalın içinde balıktık
Eylülün içine akarken ateş
En acıtan sesini duyardım
Yolum yokuş yukarı uzardı
Uzun kanatlı kuşlar ve dansçı kızlar karşıma dikilir
Hayret
Senfonik caz hüznüyle ağlardı
Bir sınır ötede
Damlara yıldız düşer geceyi ayaz büyütür
Kör olur uykular ıslak bir siperde
Küf kokulu günlerde geçer
Can yürekte atan sihirdir
Üzüm şırasına düşmüş çırpınan bir arıdır
Seni düşünürüm
Mektup yazsam adresin bile yok
Göğsüm yanar
Sulara da yürünmez artık
Tenimde çöl savrulur
Nereye gitsem evlerim tek kişiliktir
Kentlere de inilmez artık
Umudun kuşu Zümrüdü Anka'da yoktur
İz sürücüler iz sürer
Kollarımda dehşet bir tufan olur
Yüz adım ötemde ölüm vardı
Göğsümde yaram yoktu
Gün batarken bir gemi bekliyordum
İki dağ ötede uçan bir kuştum
Alnımı rüzgara vermiş
Bir kayanın ucuna oturmuş
Sulara ağ salıyordum
Gökyüzü açık
Poyraz esmektedir
Yarası göğsünde bir kara balık
Suların göğsünden her gece
Kurşun asker toplamaktadır
Komünist bildiğimden beri kendimi
Rüzgarım
Rüzgarım kaç kurşun yemiştir şu sokaklarda
Gri bakar geçmişin tarihi bana
Sevinçlerim sevilerim sokağa upuzun inmiş ateştir
İnat eder
Her köşe başında karşıma çıkar
Şarapla yıkanır Balkız
Kutu açılır gizler saçılır oraya buraya
Pandora baharat gezinmektedir
Geceleri esmerdi kale içleri
Trenler ateş solurken
Sözgelişi papatyalar
Sözgelişi akasya ve zeytin ağacı
Sıcaktan ve soğuktan üşüyen bir adam
Akşamları boş yanı çöl dolu yanı sevda yatmakta
Sabahları yoksul ve sarı uyanmaktadır
Turgut Koçak